Cevikce / Haber ayrıntısı

AŞ-İŞ Kavgasını PİR İLYAS Başlattı

Bütün çocukluğum, dedelerimin müderrisi olduğu Çevikçe Medresesinin yerindeki doğduğum evin karşısındaki Pirler Parkında geçti.
 

Parkın bekçisi Mehmet Ağa’dan korkarak gizli, gizli yediğimiz Pirler Türbesinin önündeki daum ağacının meyvesinin o enfes tadını uzakta olduğum yıllar hep özledim durdum. Beş yıldır artık Amasya’mıza ve Çevikçe’deki evimize döndüm. Ara, ara parka çıkıp daumun altında o günlerimi yeniden yaşamanın mutluluğunu tadıyorum.
Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin ülkenin ve halkın yaşamına bütünüyle hâkim olduğunu hiç kimse yadsıyamaz. Bu hâkimiyetin hedefine ulaşmak için elindeki en güçlü aracın “Sünni Siyaset” olduğunu da, kimse yadsıyamaz. Dünyanın son yüzyılda gördüğü ve her alanda olağanüstü bir değişimi zorlayan Covid-19 salgınına karşı birlik ve dirliğe sarılmak gerekirken, tersine ayrıştıran, ötekileştiren ve dağıtan bu siyasetin en tepeden tırmandırıldığı da, yine yalın bir gerçek.
Bu haftaki yazımın konusunu düşünürken, karşımdaki Türbeden bir öğüt (nasihat) geldiğini duyumsar oldum; Diyordu ki, “Benle ilgili o belge-yazıyı bir kez daha oku ve okurlarınla paylaş, çünkü herkes ve özellikle tırmandırılan bu politik gerilimin tarafları için tarihi ama güncel bir ders dosyası niteliğinde”.
Bu belge-yazıyı bir rastlantı Google’da görüp saklamıştım. Dostlardan gelen, yazılarımı daha kısa tutmam öğüdünü bu haftadan sonra uygulamaya çalışacağım. Ama bu yazımı özellikle son cümlesine dek sabırla okumanızı zorladığım için bağışlayın lütfen;
PİR İLYAS
Pir İlyas, Anadolu'nun zenginliği olan büyük dostlarındandır. Adı, Şücaaddin İlyas'tır. Gümüşlüzâde diye de bilinir. Amasya'da doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. 837 (m.1433) tarihinde Amasya'da vefat etti. Sevâdiye Mahallesi Mezarlığı başındaki Pirler Türbesi'ne defnedildi.
Hem Selçuklu hem de Osmanlı zamanında söz konusu derviş zümrelerinin merkezi otoriteyle en ciddi çatışmaları onların mesiyanik/mehdici bir yaklaşımla ortaya çıkıp hitap ettikleri sosyal çevreyle de bütünleşerek bir kıyama kalkıştıklarında veya buna hazırlandıklarında yaşanmıştır. Bu derece yaygın olmasa da aşırı panteist ve hululcü anlayışla ortaya çıkan daha elit bir sufi kesim üzerine de aynı sertlikle gidilmiştir. Hem Sünni ulemanın baskısı hem de benimsedikleri kutup anlayışı yüzünden siyasi otoritenin dolaylı da olsa kendisine ve nizam-ı âleme yönelik bir tehdit algılaması buna sebep olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı Anadolu’sunda heterodoks sufi şeyhlerinin başını çektiği ve hitap ettikleri sosyal kesimin de katılımıyla siyasi otoriteye karşı pek çok isyan hareketi ortaya çıkmıştır.
Bunlardan ilki ve en yaygın olanı şüphesiz Babailer isyanıdır. 1239/40 yılında Amasya’da mukim Baba İlyas-ı Horasanî’nin, Ocak’ın da belirttiği gibi, “karizmatik ve ilahi bir misyonla” ortaya çıkıp kendisini birtakım sosyal ve ekonomik sorunlar yaşayan özellikle konargöçer Türkmenlere ve diğer bir kısım köylü halka onları Selçuklu yönetiminin zulmünden kurtaracak ilahi bir kişi olarak kabul ettirmesiyle başlatmıştır. Bir Vefaî tarikatı şeyhi olan Baba İlyas kimi kaynaklara göre nübüvvet, kimilerine göre de velilik iddiasıyla ortaya çıkmış fakat taraftarlarınca nebi veya mehdi ilahi bir kurtarıcı hüviyetinde görülmüştür. Kendisinin de buna inandığı anlaşılan Baba İlyas öncelikle kendi tarikatına (Vefaiyye) mensup müritleri vasıtasıyla ama diğer Kalenderi, Yesevî ve Haydarî gibi meşreptaş dervişlerden de yararlanarak başlatacağı hareketin propagandasını yapmıştır. Hedef kitle olarak seçtiği konargöçer Türkmenlere ve köylülere “sultanın bir sefih ve zalim” olduğu, devlet adamlarının halka zulmettiği, onların vakitlerini devlet işleri yerine eğlenceyle geçirdikleri ve Allah’ın yolundan uzaklaştıkları propagandasını işliyordu. Aynı şekilde kendisini de bütün bu sorunlara son vermek üzere Allah tarafından görevlendirilmiş bir kişi olarak gösteriyordu. İsyan, Baba İlyas’ın faaliyetlerinden kuşkulanan Selçuklu yönetiminin harekete geçmesi ve buna tepki olarak da Baba İlyas’ın müridi Baba İshak’ın Kefersud’u işgal etmesiyle başladı;
Daha sonra da Adıyaman, Malatya ve Sivas’a doğru yayıldı. İsyancılar öncelikli olarak Amasya kalesine sığınmış olan Baba İlyas’la birleşmek istiyorlardı fakat Baba İlyas Selçuklu ordusunun bir saldırısı neticesinde Amasya’da öldürülmüştü. Baba İlyas’ın ölümü isyancıları durdurmamıştı; zaten onun öldüğüne pek de inanmadıkları anlaşılıyor; meleklerin yardımını temin etmek üzere Tanrı katına çıktığına inandılar. İsyancılar daha da büyük bir hırsla Konya’ya doğru ilerlediler. Baba İlyas-ı Horasanî, Ankara’daki Bayramî Melamileri hatta Orhan Gazi dönemindeki Abdal Musa ve Geyikli Baba gibi sultanlarla arası genellikle iyi olan Şeyhler böyle bir tehlike veya tehdit algılamasıyla üzerlerine gidilmiştir. Kayseri’de yine bir Selçuklu ordusunu bozguna uğrattılar. En son Kırşehir sınırları içerisinde Malya ovasında içinde paralı Frank askerlerinin de bulunduğu büyük bir Selçuklu ordusuyla durdurulabildiler. Bu savaş sırasında Selçuklu ordusundaki Türk askerlerinin de Baba İshak’ın manevi kudretine dair söylenenlerden etkilendikleri anlaşılıyor. Bu yüzden Malya savaşında ön saflarda Frank askerleri kullanıldı; onlar da, söylentilerden etkilenmiş olsalar gerek, haç çıkarma gereği duymuşlardı.
Babaî isyanında aktif rol oynayan heterodoks dervişlerin uzantıları ileriki yıllarda da pek çok kez siyasi otoriteyle karşı karşıya geleceklerdir. Hem XV. yüzyılın ilk çeyreğinde çıkan Şeyh Bedreddin ve müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in isyanları hem de XVI. Yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da çıkan isyanlar Babai isyanıyla pek çok bakımdan benzeşirler. Hemen hepsinde Mehdici bir ideoloji vardır; isyanların liderleri siyasi otoriteye karşı veya daha genel olarak sosyal ve ekonomik sorunlar yaşayan mutsuz bir kesime kurtuluş vadeden bir söylemle ortaya çıkmışlardır. Börklüce Mustafa köylülere yönelik kadınlar istisna olmak üzere, erzak, elbise, hayvan ve arazi gibi şeylerin tamamının umumun ortak malı addedilmesini tavsiye eden, yine muhtemelen Hıristiyan yerli halkın desteğini sağlamak üzere, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında bir fark bulunmadığını, her iki dinin de aynı derecede makbul olduğunu ifade eden bir dil kullanıyordu. Şeyh Bedreddin ise daha çok fetret devri olayları sırasında Rumeli’de tımarlarını kaybeden sipahilerin, topraklarına el konan Hıristiyan feodallerin ve huzursuz olan sınır gazilerinin çıkarlarını savunan bir propaganda söylemi benimsemişti.
Burada görüldüğü gibi hem müritlerin hem de Şeyh Bedreddin’in isyanında dini temalardan çok siyasi mesajlar daha öne çıkar. İsyancılar mensup oldukları veya benimsedikleri dinî-tasavvufî inanışlarını halk üzerinde ya da devlet yönetiminde hâkim kılmak gibi bir gaye içinde gözükmüyorlar; tersine eşitlikçi, adil ve müreffeh bir siyasi düzen kurmaktan bahsediyorlar. Buradan hareketle şu iki çıkarımda bulunmak herhalde yanlış olmaz. Birincisi isyan liderlerinin hitap ettikleri veya mensubu bulundukları sosyal çevrelerle güçlü bir mensubiyet bağı içerisinde olmaları hasebiyle adeta onların temsilcileri veya sözcüleri sıfatıyla, karizmatik kişiliklerinden ve kendilerine bağlı kalabalıkların verdiği güçten de yararlanarak, onların sorunlarını çözmek üzere yola çıktıklarıdır. İkincisi, isyan liderlerinin her şeyden önce mürit veya muhiplerinden oluşan kalabalık kitleler üzerinde güçlü bir manevi nüfuza sahip olmaları münasebetiyle ihtilalci düşüncelere kapılıp saltanat hayali kurmaları neticesinde harekete geçtikleridir. Bunu gerçekleştirmek için de hem İslam dünyasında öteden beri yerleşik olan mehdilik ideolojisinden ve kutup anlayışından yararlanmışlar, hem de hitap ettikleri sosyal çevrelerin içinde bulundukları elverişsiz siyasi, sosyal ve ekonomik koşulları incelikli bir şekilde kullanmışlardır.
İsyancı Sufiler’in bu siyasi tavrını XVI. yüzyılın ilk yarısındaki isyanlarında daha da açık bir şekilde görmek mümkündür. Teke yöresindeki Şahkulu, Orta Anadolu’daki Nur Ali Halife, Bozoklu Celal veya Şah Veli ve nihayet aynı bölgedeki Şah Kalender isyanları, Ocak’ın ifade ettiği gibi konar-göçer ve bazı yerleşik köylülerin, bir ölçüde de tımarlı sipahi zümresinin maruz kaldığı sosyal ve ekonomik sıkıntılarıyla ilişkiliydi.
Dolayısıyla merkezi yönetimle ilişkilerinde DİNİ MOTİFLERİN YANI SIRA ARTIK, O GENİŞ SOSYAL KESİMİN AŞ-İŞ (EKONOMİK, SOSYAL) SORUNLARI ASIL BELİRLEYİCİ OLACAKTIR.



Tarih: 6/6/2020 7:50:49 PM

Okunma : 155

Kategori : BiGazete

yorum oku/yaz - Yazdır