Cevikce / Haber ayrıntısı

Tavanda değil Tabanda İttifak

Asıl düşünceme geçmeden önce
 

1974’deki Bülent Ecevit’in Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi (MSP)* arasındaki koalisyon hükümetinden başlayarak, 2002 seçimine** kadar yaşanan bütün hükümet oluşumlarının bire bir içinde olan biri olarak, bir gerçeği anımsatmak istiyorum;
İster koalisyonlar, ister son seçimde olduğu gibi ittifakalar olsun, sonuçta iktidar (hükümet), birinci partinin yani onun liderinin başkanlığında gerçekleşiyor.
Bir istinası oldu, 1995 seçiminde Erbakan Hocanın partisi REFAH en çok oyu aldığı halde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ona değil, Mesut Yılmaz’ın partisi Anavatan Partisi (ANAP) ile Tansu Çillerin partisi Doğru Yol Partisi (DYP) arasında ikişer yıl dönüşümlü koalisyon hükümetini kurdurttu.
Ancak, kısa süre sonra Yılmaz ile Çiller arasındaki çekişme yüzünden hükümet düştü. Sonrası Erbakan Hocanın ilk kez başbakan olduğu REFAH-YOL koalisyon hükümeti, hala tartışılan 28 Şubat dolaylı müdahaleye kadar ancak dayanabildi.
1999 seçimine kadar, birinci parti REFAH Partisinin dışında denenen koalisyon hükümetleri, halk indinde adeta yok gibi geçti.
1999 seçiminde, sağlık durumu artık tam yerinde olmadığı halde, Bülent Ecevit’in Demokratik Sol Partisi (DSP) birinci parti seçildi. Ve yine onun başbakanlığında, DSP-ANAP- Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Koalisyon hükümeti kuruldu. Ancak, 2.yılında Devlet Bahçeli koalisyonu bozdu.
2002 Erken seçiminde de, 2000 ekonomik krizinin yıkımını yaşayan seçmen, hükümetteki partilerin tümünü meclis dışına itti. Yeni kurulan AKP ile 1999 seçiminde meclis dışında kalan CHP barajı aşarak meclise girdiler.
2002 seçiminden başlayarak ülke, 2015 seçimine kadar mecliste çoğunluğu sağladığı için AKP’nin, tek başına iktidarlarını yaşadı.
2015 Haziran seçiminde AKP birinci parti olmasına karşın, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu bulamadı. AKP ile CHP arasında sürdürülen koalisyon müzakereleri de (AK Saray engellediği için) sonuç vermeyince, yasal 45 gün sonra yapılan Kasım 2015 seçiminde AKP birinci parti oldu, çoğunluğu da buldu. Ve yine tek başına iktidar oldu.
2017’de yüzde 51 oyla değişen Anayasa değişikliği ile parlamenter demokratik sistem gerçekte sona erdi. 2018 seçiminde artık ülkenin yönetimi yani iktidar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan’ın tek başına eline geçti.
Genel seçimde ittifak sistemi uygulandığı için de, cumhur ittifakı sayesinde MHP de, fiilen hükümet ortağı oldu.
Artık, başta CHP, İYİ ve SAADET Partileri millet ittifakı yaftasıyla muhalefet görünseler de, meclisin yetkileri hemen tümüyle AK Sarayca doğrudan ve dolaylı kullanıldığı için seçmen indinde ülkenin mutlak iktidarı, bütünüyle AKP’li Cumhurbaşkanının elinde.
Anımsattığım ve halen yaşanan bu gerçeklerin özeti şudur: geleneksel politika sürecimiz ve partiler gerçeğimiz gösteriyor ki, bu baraj ve seçim sistemi sürdükçe, iktidar her seçimde ve koşulda birinci partinin*** eline geçiyor.
Burada Genel Başkanların ve parti Üst Yönetimlerinin öncelikle görmeleri ve bilmeleri gereken bir başka gerçek, 1973 seçiminden bu yana bu izlenimin seçmenin aklına girmiş (sinmiş) olmasıdır. Yani oyunu kullanırken, bu gerçeğin etkisinde kalmasıdır. 1950’den beri sandık sonuçlarıyla belgelendi ki, iktidardan beklentisi çok olan her tabakadan büyük seçmen kitlesi, iktidar olasılığı en yüksek olan partiye gözünü dikiyor.
Şimdi hemen denecek ki, “son yerel seçimde AKP ya da cumhur ittifakı, büyük şehirlerin çoğunda başkanlıkları yitirdi ya... Ve öyleyse, ilk genel seçimde de ayni sonuçlar alınamaz mı? Yani Cumhur İttifakının karşısında Millet İttifakı aynı başarıyı gerçekleştiremez mi?”
Ben “hayır” diyorum: Çünkü yerel seçimden bu yana AK Sarayın söylem ve alttan sürdürdüğü görünmez ilişkileri ve MHP Genel Başkanının özellikle seçim ve partiler yasalarının değiştirilmesi ile ilgili ısrarı, ya ittifak sisteminin kendileri yararına değiştirileceğini ya da cumhur ittifakının tabanını genişleteceklerini açıkça belgeliyor.
İYİ Parti yönetiminde son olanlar ikinci olasılığın işaretidir. HDP üzerinde tırmandırılan baskının da AK Sarayın hangi planıyla(!) ilgili olduğunu görmemek için saflık demeyim de fazlasıyla iyimser olmak gerekir.
Sayım istatistikleri gösterdi ki, yerel seçimdeki sonuçların birincil nedeni, aş-iş derdi için doğrudan AK Saraya karşı, halkın (her partiden seçmenin), düştüğü durumun hesabını sorma kararlığındandır.
Bunun kadar önemli ikinci neden, yerel seçimin dar bölge benzeri özelliği göz önüne alındığında, seçmen, “başarı şansı var inancıyla” AK Saraya karşı millet ittifakından çok daha ileri tabanda bilinçli bir ittifak gerçekleştirmiştir.
Yani cumhur ittifakı adayları karşısında, sandıkta yalnız millet ittifakının seçmeni değil, AKP’li, HDP’li ve hatta aday çıkardığı halde SAADET partililer dahil, her partiliden seçmen adeta sandıkta bir ittifak gerçekleştirmiştir.
Dolaysıyla “hayır” derken, altını önemle çizmek istediğim; Erken ya da zamanında ilk genel seçimde de, AK Sarayın karşısındaki başarı için bütün çaba, tavanda partiler arası resmi ittifak yerine, tabanda (sandıkta) seçmenin, aş-iş derdi ve çözümleri yolunda birlikteliğini (ittifakını) sağlamaya yoğunlaştırılmalıdır (teksif edilmelidir).
(*) MSP, Partili Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın İstanbul Belediye başkanı olana kadar içinde olduğu parti.
(**) MSP’nin içinden çıktığı AKP’nin, yüzde 34,5 ile tek başına iktidarı ele aldığı seçim.
(***) Düşse de AKP’nin birinci parti olma olasılığı hep yüksek

Tarih: 10/13/2020 5:36:39 PM

Okunma : 175

Kategori : BiGazete

yorum oku/yaz - Yazdır