Cevikce / Haber ayrıntısı

Kim “Diktatördür”!

Diktatörün en büyük özelligi, kitle ile arasinda, bireysel özelliklerine bagli, duygusal bir bag kurabilmesidir.
 

Baslangiçta, partisinin, ilke, amaç ve hedefleri için, oyunu aldigi seçmeni, zamanla kisisel hedefleri yolunda güç aldigi, partizan bir kitle haline getirir. Halkin özgür iradesiyle, kendi yönetimini belirledigi demokrasi, özünde, politikaci için amaçtir. Ama bir politikaci, daha iktidari ele geçirdiginin ilk gününde, “demokrasi, benim için hedefe giden yolda araçtir” diyorsa (2004’de Rize’de, R.T.E), onun gerçek amacinin, “tek elden ve tek basina iktidari elde etmek” oldugu, artik tartisilmaz.
Üst üste seçim kazandikça da, basarisinin partiye degil, “aile boyu, bizzat ve bizatihi sahsina ait” oldugunu, ‘cümle-aleme’ haykiriyorsa, artik demokratik bir liderlikten dem vurmanin, gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Üstelik de, kendinden bir önceki “cumhurun basi” kader kardesi, “demokrasi yalnizca sandik degildir” dediginde, kizginlikla, “evet demokrasi yalnizca sandiktir” yanitini veriyorsa, o ülkede darbelere ragmen yarim yüzyildan beri demokrasiyi yasatmaya ugrasan bir halki, “kul” saniyor demektir.
Toplam nüfusu, 74 milyon olan bir ülkenin, yalnizca 21 milyonunun oyunu almakla, yani yüzde 28’nin destegiyle, toplumun temel degerlerini ve ülkenin siyasal, sosyal ve hukuk yapisini, kendi kisisel inanç, düsünce ve istemleri için kökten degistirmeye kalkisana, Türk Dil Kurumuna göre, “Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamis bulunan kimse” denir. Bu tanima göre, gerçegi görme durumundaysaniz, adini “Cumhurun Basi” ya da, basarirsa, “Baskan” koysaniz da, seçimle gelen meclislerin, yarginin ve kamusal kurumlarin ve hatta artik bagimsiz sanilan Merkez Bankasinin, üstüne çikan bir postun, ilahi(!) sahibiyle karsi karsiyasiniz demektir. Sonuçta, bu gün olan, demokrasinin temeli; kamu aygitinda, yargida ve sivil toplum kuruluslarinda, bütünüyle tek adamin iki dudagina tâbi bir edilgenlik durumudur.
Son yarim yüzyildir bu ülke yetistirdigi genç kusaklarla, spor, sanat, bilim ve teknoloji dahil her alanda, dünyanin en gelismis ülkelerinin insan gücüyle yarisabilmekte ve rekabet edebilmektedir. Ne var ki, birakiniz demokrasileri, dünyanin hiçbir uygar ülkesinde, bu gün, “her seyi sadece ben bilirim” diyen ve “dindar gençlik yetistirmek” için, cumhuriyet öncesinden beri yani 150 yildir denenerek çagdas bir düzeye gelen, sorgulamayi, irdelemeyi ve tartismayi esas alan egitim sistemini yok etmeye, sanki yemin etmis bir politikaci göremezsiniz.
Böyle de…, bu saptamalarim, özellikle 12 Eylül 80 öncesinin, laik demokratik cumhuriyetin solugunu cigerlerinde duymus benim kusagimin, soyut tasasindan baska bir sey degil. Çünkü yoksulluk ve hatta açlik sinirindaki büyük çogunlugun gerçek gündemi, as ve is derdidir. Üstelik 2000 ekonomik krizini yasadiktan sonra, bu gün içinde bulundugu sorunlarina karsin, halk hala o günlerin korkusunu asabilmis da degil. O yüzden, bir yandan “O, tek adama” karsi, güçlü ve yerine seçebilecegi bir baskasini göremedigi için, bir yandan da, düsürüldügü, “kredili tüketim tuzagi” yüzünden, “alacaklisinin O oldugu” korkusuyla, “tek adama” oy vermeye mahkûm duruma düsmüs durumda.
Elbette, bu durumun suçlusu da, sorumlusu da halk degil, son çeyrek yüzyilin, yaftasi “laik-demokrat-cumhuriyetçi” olan parti genel baskanlaridir. Parti içi kariyer yarisindan ve çatismasindan kendilerini kurtarip, halkin gerçek gündemi “as ve is” derdine dogru-dürüst sahip çikamamislar, seçmen indinde güven veren, ilkeli ve tutarli bir karsi seçenek olamamislardir.
Yine elbette, bu “Tek Adam’dan” kurtulusun yolunu, bu “Halk” açacaktir. Yakin mi, derseniz? Bu seçim de olmasini umut etmekten baska bir dilegimiz olamaz!

Tarih: 3/2/2015 5:45:13 PM

Okunma : 512

Kategori : BiGazete

yorum oku/yaz - Yazdır