Yazdırma tarihi : 4/24/2024

Ülke Yanıyor, Politikacı OY Derdinde

Tarih: 11/9/2021 9:07:28 AM


Sade yurttaşın aşı-iş tükenip giderken,
 



ailesine üç kuruş sağlamak için gencecik yoksul aile evlatları her gün birer-ikişer şehit düşerken, en tepedeki yetkili ve de etkili politikacı takımı, birbirlerine kan kusma yarışına girdiler:

“Öcalan’a sayın dersin-diyemezsin”, “Kürdistan diyen dilini keserim”, “Ben gelir gelmez Kandili dümdüz edeceğim”, “HDP, PKK’nın aynen kendisidir”, “HDP, 20 milyon Türkiye cumhuriyeti yurttaşı Kürdün ta kendisidir”, “Federasyon diyen vatan hainidir”, “Kürdistan bize Osmanlıdan emanettir”…daha nicesi.



İşte bu kara gündem, din ve ırk ayırımcılığı üzerinden politika yapmanın, bir ülkeyi ne duruma getirdiğinin acı bir belgesel filmi, fotoğrafıdır. Bu saptamayı (suçlamayı) yaparken altmış yıldır içinde olduğum siyasi partiyi ayırt edemediğimden dolayı da yeis içindeyim.



Çünkü çok, çok önceleri gördüğüm, yaşadığım gerçekleri belgelememe karşın, biraz olsun sonucu değiştirmeyi başaramayanlardanım.

“enBursa” dergisinin genel yayın yönetmeni Yüksel Baysal’ın, kitabımı kaynak göstererek ülkenin en temel derdine dair yazdığı bu yazıyı sizle paylaşmamın nedeni, asla hiçbir zaman aklımdan geçirmediğim ve geçirmeyeceğim “haklı çıktım” gibi bir duygusallık değil, bir tarafsız kalemin görüş ve yorumlarımı desteklemiş olmasından duyduğum gururdur.

Ermenileri kesmedik ama gönderdik!

Eylül ortasında Bodrum’da 1973 yılında Ecevit’in dağlara taşlara adının yazıldığı dönemde ‘Ak günlere’ adlı seçim bildirgesini kaleme alanlardan Erol Çevikçe ile tanıştık, uzun bir söyleşi oldu, not tutmamı istemedi. Onun yerine oldukça oylumlu (Arapçası hacimli, hangisi daha güzel?) “Daha İyimserim” kitabını armağan etti. Tatildeyken okuyup bitirdim, gündem yoğunluğu nedeniyle ancak kaleme alabildim.

****

Çevikçe yapıtında çocukluğunun geçtiği 13-14 bin nüfuslu Amasya’dan söz ediyor öncelikli olarak: “Sokaklarında fötr şapka giyen insanların dolaştığı, cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı, bir aydın Anadolu kenti. Bir yanıyla da Osmanlı şehzadelerinin eğitildiği ama lisesi bile olmayan bir küçük kenttir Amasya…”

Bu izlenimi aktardıktan sonra Amasya halkının o günkü demografik yapıya atıfta bulunuyor: “1952’lerde Amasya nüfusunun yüzde beşi yakını Ermeni asıllı yurttaşlarımızdan oluşmaktadır (Hani bütün Ermenileri soykırıma uğratmıştık? Yüksel Baysal). Amasya’nın ve o bölgenin un fabrikaları başta olmak üzere üzüm bağcılığı, şarapçılık ve tüm küçük sanatkârlık işleri Ermenilerce yürütülmektedir. Çevikçe Medresesi’nin de bulunduğu mahalledeki komşuları (mız) da dost Ermenilerdir. Ermeniler arasında önderliği olan ve kentin zenginlerinden sayılan kapı bir komşu(muz)ları ailenin babası bir cinayete kurban gider. Olayı izleyen aylarda kalan Ermenilerin hemen tamamı Amasya’yı terk eder.”

****

Hep söyler dururum, milliyetçilik toplumların çocukluk aşkıdır diye...Süreç içinde olgunlaşmaz ve hala o ilk benlikle bu aşka dadanılırsa, bu aşk hastalığa dönüşür.

Erol Çevikçe’nin söylediklerinden iki sonuç çıkıyor. Bir, biz iddia edildiği gibi Ermenileri kesmemişiz, soykırıma uğratmamışız…Öyle olsa 1950’lerde Amasya nüfusunun yüzde 5’i Ermeni olur muydu? Ama madalyonun öteki yüzünde ise işlenen planlı bir cinayet sonucunda üretime katkı veren, bağcılığı, şarapçılığı, ev yapmayı öğreten Ermenileri kaçırdığımız görülüyor.



Türkiye’nin her yerinde böyle oldu ne yazık ki…Zenginliğimiz gitti.

****

O ilkel milliyetçilik aşkı bu toprağın yetiştirdiği en güzel sosyalistlerden Hrant Dink’i de öldürmedi mi? Gençlik yıllarında Amasya’da aile dostu Ohannes’in Yağlıyan Un Fabrikası’nda çalışan Erol Çevikçe Hrant Dink’in öldürülmesine de kitabında yer veriyor: “Hrant Dink’i duyar duymaz hemen aklıma Nişan (Ohannes’in oğlu) geldi. Olayı benden duydu. Sanki suçlu bendim duygusuna kapıldım. O her zamanki gibi ağırbaşlılığıyla ‘Agos’u sabah aldım, çantamda, Hrant’ın son yazısını henüz okumadım’ derken benden daha soğukkanlı ve yürekliydi. Ermeniler ile yüzyıllardır var olan akıl ve gönül bağımızın üstüne 1. Dünya Savaşının kara bulutlarının çöktüğü bir gerçek. Ne var ki, o bulutlar bir imparatorluğu da sildi, götürdü. Mustafa Kemal’in Anadolu İhtilali ile bugünlere gelen cumhuriyet kuşakları, o gönül bağlarını yeniden kurmayı becerecek akıl ve iradeye artık sahiptir diye düşünüyorum.”

Ben de çok iyi niyetlisiniz Sayın Çevikçe diyorum! Ne yazık ki öyle olmadı. Cumhuriyetin akılcı kuşakları bile ilkel milliyetçiliğin kayığına bindi, ülkeyi homojenleştirme yarışına girdi. Halen o tünelden çıkılmadı. (Yüksel Baysal, 3 Kasım 2021)



Irk ayrımcılığı (sapkın milliyetçilik) açısından ise aynı kitabımdan iki paragrafı da ben yazıya eklemek istedim:

“Erdoğan 7 Haziran’da 2015 seçiminde istediği sonucu alamayınca, ‘Emanetçisini’, yeni bir seçime sürdü. 400 milletvekilini eline geçirmek için HDP’yi barajın altına düşürmeye çalışıyor. Bu gözü karalık, hiç kuşkum yok ki, çözüm sürecine hiçbir zaman inanmamış olan PKK elebaşlarına, bildikleri yolu yani terörü tırmandırma fırsatı verdi. Zaten, Irak’ta ve Suriye’de fiilî duruma gelen bölgesel Kürt devletleri dolaysıyla, politik olarak sözde daha uzak bir tarihe bıraktıkları bir gün kurulacak bağımsız Kürdistan devletinin(!) kuruculuk hakkını, onlara bırakmamak için ayrılık planını öne, yani daha yakın bir tarihe çekmek durumundaydılar.



İşte son Dağlıca, Iğdır ve yayılan bölge acılarının bence arkasındaki başlıca gerçekler. Daha tehlikeli olan da, ırk milliyetçiliği üzerinden MHP ile girdiği sözlü çatışma yüzünden, tahrike açık dinci ve milliyetçi partizanlar sokağa döküldü. ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ naralarıyla, dağların temizleneceğini sanıyorlar? Dilerim, sağduyu öne çıkar da, daha kanlı ve acılı günlere gitmeyiz. (Daha İyimserim, E.Ç. shf-356)”


Haber NO: 1307

Kategori: BiGazete